2 Eylül 2007

dolu dolu bir ay geçti

nasıl bir ay geçti böyle. neler oldu şöyle hızlıca bir gideyim. sonra hepsi ile ilgili bir yazı yazarım. onurum evlendi, tekman teknesinin kaptanı olarak denize açıldık, paris ve amsterdam sokaklarında dolandık.

öncelikle sevgili kardeşim onur evlendi. beni düğün hükümetinde sadıçlıktan ve şahitlikten sorumlu başbakan yardımcısı olarak atadı. onur'umun düğün telaşında yanında olmak, o kocaman düğün arabasını kullanmak ve bu mutlu ana "evet şahidim" diyebilmek. onunla karşılıklı oynarken bir fotoğrafım tam aşağıdadır.

bu günü hem gülerek hem oynayarak kutlarken

sonrasında göcekten meis adasına olan yelken seyrimiz var. ekibin güzelliği, denizin etkisi, yelkenin rüzgarla dolması, kaptanlık... hepsi ayrı bir keyifti. bu seyir birçok ilkin de seyriydi: ben ilk kaptanlığımı yaşadım, ilk defa olarak deniz verdi bize üç öğün rıskımızı, yunuslar gördük bizimle biraz şakalaşıp gittiler kendi yollarına, ilk seyrini yapan arkadaşımız vardı, ilk defa yunan adasına gittik, ilk defa teknede yoğurtlu patlıcan ezmesi yapıldı. tabi ki her seyirde olduğu gibi, aslen kara hayvanı olduğumuzu hatırlatan tutma vakaları olmadı değil (yalın'ın anasının karnından denizci doğduğu teyit edildi). keşke en kısa zamanda bir daha açılabilsek. daha birçok fotoğraf koyarım bir sonraki yazıya şimdilik aşağıdaki ile yetinin.

almışız rüzgarı

yazılım işinde çalışmanın çok güzel bir yanı var: bilgisayarın yanındaysa her yerde işini yapabiliyorsun. tabi iş yeri buna izin verebilecek kadar esnek olmalı ve çalışanlarına güvenmeli. şanslıyım ki benim işyerim öyle. ben de aldım bilgisayarımı çantama, gittim izmir'e ana kucağına. gidiş gelişlerde abimleri gördüm kısa ama yoğunca. bir hafta annemin, ablamın, kardeşimin ve en tatlısından yiğenim yağmurun yanında çalıştım. süper oluyor insanın ailesinin yanında çalışabilmesi. "sen çalışıyorsun" diyerek hiçbir işe karıştırmıyorlar. üstüne üstlük iyi bakmaya çalışıyorlar. mesela çalışırken incirin soyulmuş olarak geliyor. izmir bence türkiyenin en yaşanası memleketlerinden. türkiye'nin kaliforniyası diyebiliriz. bir tek eksiği var bizim sektör için iş alanı kısıtlı. o yüzden ankaradayız.

yeğenim yağmur her zamanki tatlılığıyla

ilk avrupa yolculuğumu parise yaptım. bu kente önce 3 gün ayırmıştık ama yetmedi 5 gün orada kaldık. dünyanın en çok turist alan şehri. bunu da hakediyormuş gerçekten. öyle bir şehir düşünün ki her sokak bir istiklal, her köşe başı bir sultanahmet tadında. her yerde vatandaş rahat yaşasın diye parklar. paristen de aşağıdaki fotoğrafla yetineceksiniz. sonra yazarım uzun uzun.

pariste bir ara sokak

son olarak amsterdam. herşey bir başka bu şehirde. çılgınlıkta bu şehirde, gevşeklikte. her şey uçuk bir kafadan çıkmış gibi. tabi siz uçmaya başlayınca düzeliyorlar. başka türlü bir şehir mümkünmüş dedirtiyor. herkes bisikletlerden bahsediyordu amsterdam diyince. görünce ne demek istediklerini anlayabildim. amseterdamı kelimelerle anlatmak istersek: kanallar, yasal duman, red light sokağı, bisikletler, hareket, durgunluk, gezelligheid, fotojenik...

fotojenik şehir amsterdamdan

3 yorum:

cedo dedi ki...

iyi yapmışsın mustafa gezip görmekle. Ama ne amsterdamı ve de denizi bırakıp gelmekle ne de onurun böyle hüzünlü bir gününde karşısında bekar ve paralı halde oynamakla:)

oyluuu dedi ki...

ispirin yasadigi bu dolu aya yakindan sahitlik etmis biri olarak diyorum ki; harita okuma, yön bulma konusunda sıkıntılarınız varsa bence yanınıza ispiri alın, büyük bir kazanç olacaktır, çünkü onun temel ilkesi "kendimiz keşfedelim" sloganıdır, kimselere sormadan yolunu bulur, hem de hep aynı yolları gitmezsiniz, her seferinde yeni yollardan geçerek yeni yüzlerle karşılaşırsınız, ayrıca her adımınızın fotoğraflanmasını istiyorsanız ispir yine iyi bir tercihtir, çünkü kendisi bu tatilde bir nevi japon turist gibiydi:)

Adsız dedi ki...

Kardesim, ne guzel gecmis valla. Harita ve yon bulma konusundaki yaklasimlarimiz da benziyormus :)