31 Aralık 2007

mücadele mi sevgi mi

yeni yılınız yep yeni şeyler getirsin
kavganın ateşi ısıtsın, sevginin huzuru sarsın
hem hedeflerin heyecanı olsun, hem anın tadı çıksın
geride keyifli bir sene bıraksın

mailler içinde birşeyler ararken sümerle yaptığımız muhabbeti gördüm. aynen aktarıyorum. bu muhabbetin iki yıl önce geçtiğini belirteyim.

yavaş yavaş:
daha önce hayatın temel olayının mücadele olduğunu düşünürdüm. herşeyde her yerde bir mücadele görürdüm. şimdi bu noktada problem nerde, neyi iyileştirmek lazım... şimdi ise temel olayın sevgi olduğuna karar verdim. her yerde ya sevgi ya da sevgisizlik görüyorum. tabi ki yaşam mücadelesinin koşulları ile sevebilme yeteneğinin, darbe almış, aşağılanmış kişiliklerle sevebilme alışkanlığının arasındaki baglantı gözümün önünde. aç kalmış, dayak yemiş, aşağılanmış... kişilere "abi senin temel problemin aileni, eşini, çevreni sevememek" diyecek adam değiliz. buna rağmen sevgiyi yaşayabilmek çok şeyi değiştiriyor. ailenle ilişkinde bir mücadele görmekten once sevgi görmek çok farkediyor.

sümer:
benim bu konudaki tezim şu ayırıma dayanıyor:
1- yaşamın/insan ilişkilerinin mekanikleri, nasıl işlediği.
2- insanın hayata yaklaşımı, olaylara nasıl yaklaştığı/ nasıl baktığı.

bu yazıda, hayat/yaşam kelimesiyle insanın doğa ve diğer insanlarla olan ilişkisini kastediceğim.

yaşamın mekanizmasını tek bir etkenle açıklamak gerekecekse bence o oyun teorisi olmalı. oyun teorisi birbirinden farklı amaçları olan çok oyunculu bir ortamda kimin nasıl stratejiler geliştirdiğini açıklamaya çalışıyor ki, doğal seleksiyon (doğa içindeki mücadele) bence çok ciddi bir şekilde bu prensibe dayanıyor. yani 1. maddede sana katılmıyorum, yaşamın mekanizmasının temelinde mücadele yani stratejiler/oyunlar olduğunu düşünüyorum. dikkat edersen hayattaki stratejin bencil olmayı gerektirmek zorunda değil. Cooperation (iş birliği) çok önemli bir kavram, organize olabilen, birlikte haraket edebilen iki kişi, ikisinin de teker teker yapacağının iki katından daha fazla kazanç elde edebilirler.

bir onceki madde insanların nasıl davranması gerektiği konusunda, hayata nasil yaklaşman gerektiği konusunda hiçbir şey söylemiyor. bu konu felsefenin içine giriyor. mevlevi bir yaklaşıma girmiş olman güzel tabi, seni öyle de severiz. benim felsefemde de var sevmek, temel yaklaşımım fazla kasmamak, bunyeyi yormadan rahatça dünyadan gelip geçmek olduğu için ikisine de önem veriyorum.


yavaş yavaş:
senin yaklaşımını çok iyi anlıyorum. 1. madde ile söylediklerine de katılıyorum. dışarıdan insanları izleyen uzaylı bir bilim adamı bu şekilde yorumlardı. yalnız ben senin felsefe dediğin kısma daha çok değer veriyorum. bizler dışarıda değil içerdeyiz. yaşamın da hiç bir amacı, hedefi yok. yaşam dediğimiz sonuçlardan çok süreçlerde geçiyor. süreci keyifli yaşamak için en onemli yolumuzun sevgi olduğunu düşünüyorum. elbet ki insanın kimyasallarla yönetilen bir sistem olduğunu biliyorum. sevgininde bu maddelerin bir karışımı olduğunun da farkındayım. mücadele duygusu insanı savaşlarda kazanmaya itecek olan kimyasalların salınmasını sağlamakta. yani güçlü bir kavgacı oluyorsun. sevgi duygusu ise olduğun yerde savunmasız, sorgulamasız, keyife, yaşadığın için memnuniyete yönelmiş bir duruma sokuyor. hatta biraz da saflık yaratıyor. eskiden bu saflığı aptallık olarak görürdüm. sevgi ve mücadele duygularını dengeli bir şekilde taşıyan süreci yaşamaktan memnun olurum. evde, okulda, sokakta yaralanmış cocuklarla yapılan gönüllü çalışmalarda onemli bir nokta var. bu cocuklara iyi eğitim, iyi matematik, iyi edebiyat, iyi spor öğretmekten daha önemli. onları sevmek, onlara sevildiğini hissettirmek. bu onların kendi yaralarını sarmalarının, üretime, paylaşıma yönelmelerinin, dışarı ile yapıcı ilişkiler kurmalarının olasılığını yukseltiyor.

tabi ki burada sevginin doğal seçilimindeki yeri incelenebilir. belki de sevilmek, çocuğun çevresi tarafından korunacağına, hayatını devam ettirebileceğine inanmasını sağlıyordur. bu durumda da çocuk enerjisini kendini korumaya aktarmaktan çıkarıp, keyif almaya, eğlenceye, keşfe, üretime, gelişime aktarıyor olabilir. sevgisiz bir çocuk ise enerjisini kendini korumaya, hayatta kalmaya, en az yara alabilmek için dışarısı ile ilişkilerini koparmaya ayırıyor olabilir.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu konuda bir iki laf etmeden duramayacağım.

Olmasın dediklerim var hayatımda. Kaygılar...bütün huzurumu kaçırıyorlar. Ve onlardan kurtulmak için de sonuna kadar mücadele etmeğe hazırım. Ne yazık ki hayat sistemimizin temelinde rekabet denen dahiane bir kaygı mekanizması var. İlkokulda, lisede ve iş hayatında (en ilginci de yoğun bir şekilde aile içinde)...Belki bende biraz fazla. Hep bir mücadele hali. Kendini diğerleriyle devamlı olarak karşılaştıma ve ne kadar geride kaldığına bakıp üzülme, umutsuzluk veya ileride olduğuna kanaat getirip sevinme, rahatlama, daha sonra bu sevinmelerin, üzülmelerin ne kadar kısa süreli ve ne kadar göreceli olduğunun farkına varma...

Biraz farklı ortamlara girince kaygıları besleyen temel bir unsur gördüm, tehdit. Rekabet modern dünyanın yararlı görülen ki benim de bir süre daha tasvip etmeyi planladığım masum bir tehdit şekli. Çoğu zaman toplumun zenginleşmesine yardım ediyor. Ama bir insanı ölümle tehdit et, sahip olduklarını almakla, geleceğini, yalnızlığa mahkum etmekle, huzurunu bozmakla, sağlığıyla, sevdikleriyle, toplumdan dışlamakla tehdit et; O insan için hayatın anlamı mutlak mücadele olsun, devamlı kaygılı olsun ve devamlı çıkarlarını düşünsün. Tehdit ettiklerini yap; o insan hayatı boyunca kini, intikamı, nefreti kovalasın ve bu duyguların bağımlısı olsun, nesilden nesile aktarsın.

Sevgiye gelince...Güven kelimesinin anlamı 'karşı tarafın çıkarcı bir şekilde davranmayacağına dair olan inanç' diye anlatılmıştı bir derste. Ve bence sevgi de bu güvenin bağımlılık yapmış hali oluyor. Güven kelimesi ağızlarda o kadar çok dolaşsa da gerçek güven bulmak o kadar kolay değil. Çoğu zaman çıkarımızı düşünürüz. Karşı tarafın da çıkarını düşündüğünün farkındayızdır. Çünkü devamlı olarak tehdit altındayız. Game Theory birşekilde heryerdedir. Ve gerçek güveni biryerde yakalarsan, onun tadını alırsan bağımlısı olman içten bile değildir ki işte bence sevgi de bu güvene olan özlemdir.

Şimdi benim için ilginç nokta şudur; huzur belki birşekilde parayla kurulabilir. Yani parayla çevredeki tehditleri minimuma indirip kaygılardan arındırabilirsin kendini. Ama sevgi (biraz klişe olacak) parayla satın alınabilecek birşey değil. Birkere diğer birkişi şart. Sevgiyi nesnelere mal edenler var. Arbasına aşık, işine, köpeğine aşık falan. Evet araban, işin, köpeğin sana karşı çkarcı davranamaz ama unuttuğun şey onların herhangi bir davranış sergileme yetilerinin olmadığı.

Bir çocuğa sevgi aşılamak benim gözümde çevresindekilerin çıkarları için bir tehdit unsuru olmamasını sağlamaktır. Daha sonra da diğerlerinin de onun için bir tehdit unsuru olmadığını(değillerse tabii ki) gösterip güven ortamının yaratılmasıdır. Güvenin tadı alındıktan sonra, sevgi doğal bir sonuç olarak ortaya çıkar diye umuyorum. Yani en azından onun tadı alınır ve gercek dünyada tehditlere göğüs germe için bir amaç olur.

yavasyavas dedi ki...

leventim bu içten, derin ve dolu dolu yorumun için teşekkür ederim. çocuk gelişimcileri der durur: "karşılaştırma en büyük şiddettir."