28 Temmuz 2008

kaybetmeye razı olduklarımız

yerdenizin 3. kitabı en uzak sahil de diğerleri gibi etkiledi beni. ursula ölümdür konum demiş ve ölümü güzel, dolu ve yaratıcı bir hayal gücüyle anlatmış. beni içine çeken bu macerada, yaşarken ölmüşler tanıdım. dile gelmemiş ya da çözülmemiş kızgınlığın sevgi pınarını kuruttuğunu gördüm. yaşam sevincini tanımladım. bir felsefe sahibi olmayı duyumsadım. düşüncelerimi daha güzel cümlelerle dinledim.

kitapta beni en çok etkileyen cümle "sadece kaybetmeye razı olduğumuz şey bizimdir" oldu. sadece kaybetmeye razı olduğumuz şey bizimdir. ne vurucu bir cümle bu. belki de hayatımda beni en çok etkileyen cümledir. söyledikçe, düşündükçe daha da çok etkileniyorum.

yaşamı kaybetmeye razı değilsek yaşam bize ait değildir. neden mi? ölmemek için yaşamdan vazgeçeriz de ondan. adım atmaktan korkarız, ya birşey olursa diye. sokakta yürümeyiz başımıza saksı düşmesin diye. yüzmeyiz, boğuluruz diye...

eğer sevgilini kaybetmeye razı değilsen, o ilişki sana ait değildir. evet eğer kaybetme riskini göze alamıyorsan o ilişki senin olmaz. sen bu ilişkinin kölesi olursun. sevgiyi yaşamaktansa, olabildiğince katılaşırsın.

eğer rahatını kaybetmeye razı değilsen, gerçekten rahat olamazsın...

bundan sonrasını ursulaya bırakayım:
büyük kararlar almak zorunda olduğunda çok dikkatli yap seçimini. gençken varlıksal yaşamla eylemsel yaşam arasında bir seçim yapmam gerekti. ben de ikincisinin üzerine balıklama atladım. fakat insanın yaptığı her iş, her eylem, kendisine ve sonuçlarına bağlıyor insanı, tekrar tekrar harekete geçmesine neden oluyor. sonra iki eylem arasında durup da yalnızca var olabileceği bir boşluğa, şimdiki gibi bir ana çok nadiren rastlayabiliyor insan. ya da her şey bir yana, kim olduğunu düşünebileceği bir ana...
ne güzel anlatmış, koşturmayla geçen hayatta bazen mola verip çok uzaklara bakmanın ihtiyaç olduğunu. ne güzel anlatmış, bazı kararları aceleye getirmemek gerektiğini.
ne zaman yaşamın üzerinde bir güç elde etmeyi şiddetle arzu edersek -sonsuz bir zenginlik, mutlak bir güvenlik, ölümsüzlük- o zaman arzu hırsa dönüşür. ve eğer bilgi o hırsla birlik ederse, o zaman bela gelir. o zaman dünyanın dengesi sallanır ve tartıda yıkım ağır basar.
başarı hırsının ve tüketimin yüceltildiği bir çağda yaşıyoruz. bilgi ise ancak bu kadar iyi bir işbirliği yapabilirdi. bunun sonucunda dengenin nasılda bozulduğuna ve belanın nasılda geldiğine ağır ağır tanıklık ediyoruz. ve ged tekrar buna cevap veriyor:
fakat bizim, dünya ve birbirimiz üzerinde gücümüz olduğuna göre, yaprağın, balinanın ve rüzgarın kendiliğinden yaptığı şeyi öğrenmemiz gerekir. dengeyi korumayı öğrenmemiz gerekir.
önümüzü nasıl görürüz, bir felsefeye bağlı yaşamak ile kendini nefsine kaptırmanın farkı nedir sorularına ged'in cevabı aşağıda:
o bir yol gösterici değil. o her zaman kaybolmuş biriydi. sihirbazlık konusundaki tüm hünerine rağmen hiçbir zaman önünü göremedi, bir tek kendisini gördü.

bizim eylemlerimizin kuvvetli ve derin olarak ilerlediği yol, disiplin yoludur; yönü olmayan yer, insanların eylemlerinin aşağılaştığı ve dağılıp boşa gittiği yerdir.
ursula'nın yaşam sevinci nedir sorusuna cevabı ise şöyle:
buradaki insanlar garip. aradaki farkı anlamıyorlar. kötü zamanlardan dert yanıyorlar ama kötü zamanların ne zaman başladığını bilmiyorlar; işlerin kötüleştiğini söylüyorlar ama iyileştirmeye çalışmıyorlar; bir zanaatçı ile sihirbaz arasındaki, zanaat ile büyü arasındaki farkı bile bilmiyorlar. sanki kafalarında kesin olan hiçbir yol, hiçbir ayrım, hiçbir renk yok. onlara herşey aynı geliyor; her şey gri... onlarda eksik olan ne? yaşama sevinci.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

eline saglik, ne guzel yazmissin... ben de yillar once okumustum bu uclemeyi ama aklimda hicbirsey kalmamis. yeniden ve daha dikkatli :) okuma zamani belliki...

oyluuu dedi ki...

mustir cok guzel yazmissin, ben hic hatirlamiyorum okuduklarimi, yeniden okumak gerekiyor galiba ged in maceralarini...