1 Nisan 2010

bir cadı masalından erkekçe kalanlar


"duygular tartışılmaz, sadece duyulabilir ve anlaşılabilir". kızgınlık da öyle.

fikir özgürlüğünden ne kadar yana olsak da bazen fikirlerimizden utanır ya da onlardan korkarız. kızgın olduğumuz andaki fikirler ise başlı başına bela olur. ve navaro'dan tespit geliyor "kızgınlık yaşanan duygudur, zarar verme isteği de bu duygunun yarattığı davranış fantezisidir".

bana çok ironik gelen bir durum var. kızgınlık sanal bir üstünlük duygusu yaşatıyor.
kızdığımız kişi sanki yok olsa önemsemezmişiz, bizimle hiç alakası olmasa daha iyi olurmuş gibi geliyor. halbuki kızgınlık ne kadar fazla ise kızdığımız kişiye ve ya duruma o kadar çok değer veriyoruz demektir. en kolay harcayabilirmişiz gibi gelen ilişki meğer en değer verdiğimiz ilişkilerdenmiş.

kızgınlığı kusarken:

kızınca sesin yükselmesi bir yandan duygumuzu hemen ortaya koyan bir sinyalken öte yandan baskı ve kontrol yöntemidir. herşeye kızgınlıkla tepki veriyorsak korku ile otorite kurarız, yanlız kalırız, kendimizi gevşetmeyiz, zihnimizi özgür bırakmayız, yanımızdakileri gergin ve bezgin yaparız.

kadınlar pek anlamasa da ataerkil yapıda erkek olmanın da dayanılmaz ağırlığı vardır: sürekli güçlü görünmek, tüm kararları en doğru olarak bizzat verme zorunluluğu, maddi sorumluluk ve yükümlülükler, bunu temin etmenin getirdiği tükenmişlik, bu koşturmacada yaşamın kıyısından geçiyor olma duygusu, sürekli otorite olmak zorunda kalmanın ağır faturaları... bir erkek bilmediği, kendini beceriksiz hissettiği bir alanda, acemice davranmaktansa, vakur ve sessiz kalarak, kendini daha güvende hisseder.

ataerkillik çağ dışı kaldı ama biz erkeklere bir miras bıraktı: "istekleri yerine getirilmediğinde sevilmiyor, ilgi duyulmuyor, erkek olarak sayılmıyor gibi hissediyordu". yaman çelişkilerimizden biri de ilgiye ihtiyaç hissettiğimiz zaman bundan utanmamızdır. utanç, korku, üzüntü, kaygı, kırgınlık, kıskançlık, vb. duygularımızı belli etmek de erkekliğe sığmaz. bu duyguları algılayıp dile getiremiyorsak ya saldırırız ya da ortamdan-durumdan kaçarız. sadece bu kötü duygular değil sıcak yakınlık duyguları da biz erkeklere yakışmaz. o yüzden saldırgan davranışlar, münakaşa, tartışma, bizim için yakınlığın ve ilişki kurmanın farklı bir ifadesidir. hatta çoğu ev ortamında babanın ilgisini çekebilmenin yolu onu kızdırmakmış.

sessizce beklerken:

bazen haksızlığa uğrasak da sesimizi çıkarmayız. sonra bir ikilem başlar sesimi çıkarmalıydım, niye çıkarmadım. bunun önemli bir nedenini tespit emişler: "kızgınlıklarını kabalık ile dışa vuranlara benzememek için kızgınlıgımızı bastırırız". galiba diğer neden de kızgınlığını dile getirmenin sonucunda zarar görenleri gördüğümüz için susmayı tercih etmeye başlıyoruz. hele aile içinde yaşanan saldırganlık ve şiddet, insanı evinde yani en barınaklı hissetmesi gereken yerde, can damarından vuran bir durumdur. zaten bir de "kurbanı suçlamak" toplumumuzun hayli sıkça ve kolaylıkla kullandığı bir yöntemdir. böylelikle düzeni değiştirmek, değerleri ve durumu sorgulamak sorumluluğundan kaçılır yük güçsüzlere bindirilir.

saldırgan birine karşı korku ve ürkeklik, kişinin bedeni, gözleri, bakışı ve duruşunda kayıtlıdır. bu ise saldırganlığı tahrik eder, kamçılar. hani köpekler korktuğunuzu anlayınca peşinizden havlayarak koşar. aynen öyle.

kızgınlığımızı dile getirmez isek aklımızda cevaplar döndürür dururuz ve bu bizi zihnen yorar, yanlış yerde yanlış olayda aşırı tepki veririz, bedensel rahatsızlıklar oluştururuz, karşı tarafın olayı anlamasını ve farklı davranmasını engelleriz ve onda haksızlığa uğramışlık duygusu yaratırız, ilişkiye soğukluk ve mesafe getiririz

yeni bir yola çıkarken:

kızgınlık ne bizi yesin, ne de karşımızdakini yesin istiyorsak tavsiye çok basit ama uygulaması meşakatli: önemli olan hem kızgınlığımızı dile getirmek hem de ilişkide kalabilmektir.

"mekanlar alışkanlıklarla örülüdür". bu cümle bana duvara karşı filmini hatırlattı. orada geçiyor şu bakış açısı: eğer dünyayı değiştiremiyorsan, kendi dünyanı değiştir. 

aklımızın ve ufkumuzun gösterdiği doğrultuda davranışlarımızda değişiklik yapmaya kalkınca ilk başlarda yeni davranış şekli güvensiz, yabancı ve sahte gelir. çünkü alışık değilizdir. yeni davranışlarımızı düzgün seçtiysek işin bir güzel yanı var: yaptıkça yapasımız geliyor.

bu yazı leyla navaro'nun bir cadı masalı kitabından bilgilerle yazıldı.

Yaşamaya Zaman ayıracağız,
Özgür olmaya Sevgilim!
Ne proje, ne de alışkanlık,
Şu anı yaşayacağız
Sevgilim!...
Georges Moustaki

4 yorum:

luleli dedi ki...

Tam kendi öfkemle ve bunu ifade edişimle uğraştığım bir döneme denk geldi bu yazı. Duyguyu yaşamakla, gösteriş şeklini ayırmak çok işe yarar sanırım. Bir davranışı SEÇEBİLECEK olmak, bağırmamanın öfkeyi hissetmemek demek olmaması beni çözüme götürecek yolun başında duruyor.
En yakınlarımıza en çok öfkelenmemizden bahsetmişsin ya, ben içiçe geçtiğimi fark ettim: "Nasıl olur da benim gibi düşünmez?", "Nasıl olur da aklımı okuyamaz" sanki aynı kişiymişiz gibi...
Bir de aynı fikirde olmayınca ortaya çıkan bir duygum var henüz bulamadığım :) Onu hissetmemek için de öfkeleniyor olabilirmişim der bazı akil kişiler :)
Tüm görüşmelerimi anlatmadan burada durayım...
Eline sağlık.
Öfkelenip yine de ilişkide kalabildiğimiz günlerin bir an önce gelmesi dleğiyle...

turab dedi ki...

Erkeklerin sırtına binenler, daha doğrusu bindirilenler... Bu hususu zaman zaman ortaya çıkarman bende müthiş bir rahatlama hissi oluşturuyor.
Ama bu seferlik yeni birşey deneyip öfkelenmeye karar verdim :). Bakalım bu yenilik bana çok yabancı gelecek mi?

Basak dedi ki...

Çok güzel, çok aydınlatıcı bir yazı, eline sağlık. Her cümlesine katılıyorum, yakın zamanda tecrübe ettiğim hallerin birebir analizi gibi geldi bana. Son tespit, yani çözüm yöntemi konusunda, gerçekten doğru.

Turuncu Gezegen dedi ki...

Sanki cinsiyetlere yaşama özgürlüğü tanınmış iki farklı duygu var gibi.. Erkekler için öfke, kızlar için hüzün.. Buyrun cinsiyetinize uygun olanı alın :)) Uygun olanı almazsanız, o zaman yaftalanırsınız..

Ben de farkettim ki öfkelendiğimde ne yapacağımı bilemiyorum ve çoğu zaman ağlıyorum, ya da deli gibi sigara içiyordum mesela.. Özellikle de aklıma gelen; adliye'de yaptığım bir işlem sırasında, oradaki memura kızışım var ki beni sonradan dehşete düşürmüştü.. Hem kadına derdimi anlatmaya çalışıyordum hem de dinlemediği için kızmaya başlamıştım ve başladım ağlamaya.. Kızgınlığımın altında çoğu zaman dikkate alınmadığını hissetme, değersiz hissetme gibi duygular var, o zamanda öyleydi.. Aslında hepsi benim kendimle ilgili meselelerim..

Çoğu zaman öfkelendiğimde de üzüldüğümü söylüyorum ve ikisi birbirine karışıp gidiyor..